Yazarların İlginç ve Acı Hayatları

 

 

Oscar Wilde; Annesinin isteği nedeniyle çocukken kız elbiseleri giyerdi. Zekası ile ünlenmiş, yazdıklarından dolayı ahlaksızlıkla, bir erkekle yakın arkadaşlığından dolayı eşcinsellikle suçlanıp iki yıl hapis yatmış.

Shakespeare; Veba salgını sırasında doğmuş,18 yaşında evlenmiş, bu evlilikten iki tane ikiz yani dört çocuğu olmuş ancak ailesi ile aynı şehirde pek yaşamamıştır. Doğumgünü kutlaması sırasında aldığı aşırı alkol nedeniyle komaya girip ölmüştür.
Bertolt Brecht; Nazi karşıtı, oyunları ve kitapları yasaklanmış yazar ülkesinde vatandaşlıktan çıkarılmış ve kalp krizinden ölmüştür.
Halil Cibran; Lübnanlı yazarın Beyrut’ta kitapları yakılmış, maruni kilisesince afaroz edilmiştir. New York’ta yalnız ve yoksul ölmüştür. Yaşarken onu kabul etmeyen Beyrut cenazesini almıştır.
Herman Hesse; İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya’dan İsviçre’ye kaçmış, ülkesinde vatan haini ilan edilmiştir. Gençliğinde intihara teşebbüs edip bir süre akıl hastanesinde yatmıştır.
Sergey Yesenin; Rus şair, mürekkep bulamayınca kolunu kesmiş burdan akan kanla şiirini yazmıştır. O gece kendini asıp ölmüştür.
Orhan Veli; belediyenin açtığı çukura düşmüş, beyin kanaması geçirdiğinin farkına varmamış. İki gün sonra hastaneye kaldırılmış ve hayata gözlerini yummuş.
Albert Camus; karısı ve sevgilisi arasında yaşadığı tutku ve bağlılık bocalamalarını Fransa ve Cezayir arasında da yaşamıştır. Plajı ve güneşi çok seven yazar arkadaşının kullandığı arabada kaza geçirip ölmüştür.
Maksim Gorki;çocukken büyükbabasından acımasızca dayaklar yemiş, yoksulluk çekmiş, annesinin yeni eşine bıçakla saldırmış, çok işte çalışmış, 19 yaşında kalbine tabanca dayayıp ölmek istemiş ama kurşun ciğerini delince ömür boyu sürecek bir vereme yol açmıştır. Lenin ile dostluk kurmuş, tabutu Stalin tarafından taşınmış bu yazar 68 yaşında ölmüştür.
Cesare Pavese; faşistlere karşı çıktığı için hapse atılmış,ödül kazandığı yıl ilaç içip intihar etmiştir.
Charles Bukowski; yıllarca babasından ustura kayışıyla dayak yemiş, lise yıllarında aylarca vücudunun her yanını kaplayan yaralar yüzünden tedavi görmüş ve sargılarla yaşamıştır. Alkolü ve kadınları çok seven yazar kanserden ölmüştür. Son sözlerinden biri “yaşamayı denedim,pişman değilim ama siz denemeyin” olmuştur.
Rimbaut; şizofrendi. Şiirde sembolizmin atası kabul edilir. Çocukken saçlarını uzatan annesi onu bir kız gibi yetiştirmiştir. Defalarca evden kaçmıştır. 16 yaşında kaçtığı Paris’te bir grup askerin tecavüzüne uğramıştır.Daha sonra Paul Verlaine ile eşcinsel, kavga gürültü dolu bir ilişki yaşayacak ve onun genç karısından ayrılmasına neden olacaktır. Sonra ailesinin yanına döner, ahırda karanlıkta yaşar ve yazar…Dizinde çıkan bir tümör nedeniyle bir bacağı kesilir, birkaç ay sonra ölür.
Romain Gary;annesi eşyalarını satarak ya da el falı bakarak büyüttüğü oğlunun ileride büyük bir yazar olacağına inanıyordu.İkinci Dünya Savaşı’nda pilottu, sonra diplomat oldu. İkinci eşi bir oyuncuydu kendisini aldattı ve terketti, kısa bir süre sonra da intihar etti. Gary onun intiharından bir yıl sonra silahla yaşamına son verdi.
Franz Kafka;anlayışsız, süreklı bağıran bir baba ve sessiz bir annenin çocuğuydu. Babasının zoruyla hukuk okudu. 41 yaşında yıllarca çektiği ciğer hastalığından öldü. Mektupları ve kitaplığına gestapo el koydu..
Cevat Şakir,köklü bir ailenin çocuğuydu. Kaza olduğu söylenen bir silah patlamasıyla babasını öldürdü. 7 yıl hapis yattı, vereme yakalanınca serbest bırakıldı. Yazdığı bir yazı nedeniyle Bodrum’a sürgüne gönderildi. Yıllar sonra kemik kanserinden öldü.
Tezer Özlü; mutlu bir aile yaşamı olan yazar bazen ruhsal bunalımlar yaşardı. Bazı bunlaım anlarında elektroşok tedavisi bile görmüştür.Kanserden bir memesi alındı ama genç yaşta öldü.
Puşkin; eşinin sevgilisi olmakla itham ettiği Anthes ile girdiği düelloda vurulup üç gün sonra ölmüştür.
Tolstoy‘un 13 çocuğu vardı. 48 yıllık karısına bir gün “son günlerimi sükunet içinde geçirmek istiyorum” notunu bırakıp ve evi terk ettiğinde 82 yaşındadır. Bir tren istasyonunda donarak ölür.
Charles Dickens’ın en fazla vakit geçirdiği yer kimsesizler morguymuş, Balzac günde 50 fincan kahve içer, içmediğindeyse kahve çekirdeği çiğnermiş. Yazı yazarken kafasına kalınca bir atkı bağlar ayaklarını bir leğen suyun içinde tutarmış.
Ne ilginç değil mi?
farklı ve acı çekince mi yazar olunuyor yoksa yazar olunca mı farklılaşıyor insan? Bence büyük yetenek + acı+duyarlılık bir arada olursa tam oluyor …

Birkan Keskin

s-a1e3f77c9fb2f10ff3b33c7b7bd2f55651c38eb7

Birhan Keskin, (d.1963 Kırklareli) Türk şair, yazar. 1986 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. İlk şiirini 1984 yılında yayımladı. 1995-98 yılları arasında arkadaşlarıyla birlikte Göçebe dergisini çıkardı. Çeşitli yayın kuruluşlarında editör olarak çalıştı. 1991 ile 2002 arasında beş şiir kitabı yayımladı.

  • Delilirikler (İskenderiye Kütüphanesi Yayınları, 1991)
  • Bakarsın Üzgün Dönerim (Era Yayıncılık, 1994)
  • Cinayet Kışı + İki Mektup (Göçebe Şiir Kitapları, 1996)
  • Yirmi Lak Tablet + Yolcunun Siyah Bavulu (YKY, 1999)
  • Yeryüzü Halleri (YKY, 2002).
  • Kim Bağışlayacak Beni, (Metis Yayınları 2005)
  • Ba, (Metis Yayınları 2005)
  • Y’ol, (Metis Yayınları 2006)
  • Soğuk Kazı, (Metis Yayınları 2010)
  • Fakir Kene, (Metis Yayınları 2016)

Gülten Akın

23 Ocak 1933 tarihinde Yozgat’ta doğdu. Yozgat’ın Sorgun ilçesinde ilköğrenimini tamamladı. 1940’lı yıllarda memleketi Yozgat’tan Ankara’ya göç etti  ve ortaöğrenimini Ankara Atatürk Anadolu Lisesi ‘nde tamamladı. 1955‘te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.daglarca-nin-halefi-gulten-akin-mi

1956’da Yaşar Cankoçak’la evlendi; bu evlilikten beş çocuk sahibi oldu.Kaymakam olan eşinin görevi nedeniyle 1958-1972 arasındaAnadolu’nun çeşitli ilçelerinde yaşadı. Gevaş, Alucra, Gerze, Saray ilçelerinde ve Kahramanmaraş‘ta yardımcı avukatlık, avukatlık ve öğretmenlik yaptı.

1972‘de Ankara‘ya yerleşerek Türk Dil Kurumu Derleme ve Tarama Kolu’nda çalıştı. Kültür Bakanlığı Yayın Danışma Kurulu üyeliğinde bulundu. Demokratik kitle örgütlerinin yeniden kuruluşu çalışmalarına katıldı. İnsan Hakları Derneği, Halkevleri, Dil Derneği gibi örgütlerde kurucu ve yönetici olarak görev aldı. 1978’de emekliye ayrıldı. 1980’lerde Ankara’da bir banka soygununa katıldığı gerekçesiyle tutuklanan ve dosyası Şentepe Devrimci Yol davasıyla birleştirilerek önce müebbet hapse mahkum edilen sonra cezası Yargıtayca bozulan oğlunun cezaevi günlerinde yaşadıklarını şiirine yansıttı.42 gün (1986) adlı kitabında Mamak Cezaevi’nde süren açlık grevini anlattı. Yaşamını Balıkesir’in Burhaniye ilçesinde sürdürdü.

4 Kasım 2015’te tedavi görmekte olduğu hastanede hayatını kaybetti. Cenazesi 6 Kasım 2015 cuma günü Kocatepe Camii‘nden kaldırılarak Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.

 

Tezer Özlü

fft16_mf2002023

Tezer Özlü (d. 10 Eylül 1943, Simav, Kütahya – ö. 18 Şubat 1986, Zürih, İsviçre), Türk yazar. Başta Çocukluğun Soğuk Geceleri veYaşamın Ucuna Yolculuk olmak üzere az sayıda kitabıyla tanınır. Yazar Demir Özlü ve yazar-çevirmen Sezer Duru‘nun kardeşidir

Simav’da doğdu. Çocukluğu anne babasının görev yaptığı Simav, Ödemiş ve Gerede‘de geçti. İstanbul‘a on yaşındayken geldi.Avusturya Kız Lisesi‘ne gitti; ancak mezun olmadı. 1961’de yurt dışına çıktı. 1962 – 1963 yıllarında otostopla Avrupa’yı gezdi. Paris‘te tanıştığı tiyatrocu ve yazar Güner Sümer‘le 1964 yılında evlendi. Birlikte Ankara‘ya yerleştiler. Sümer’in AST‘ta çalıştığı bu dönemde Özlü, Almanca çevirmenlik yaptı. AST’ta 1963-64 sezonunda Sümer’in yönettiği Brendan Behan’ın Gizli Ordu oyununda oynadı.Sümer’den ayrılarak İstanbul’a yerleşti. Geçirdiği rahatsızlık nedeniyle kesintili olarak 1967 – 1972 yılları arasında İstanbul’da farklı hastanelerin psikiyatri kliniklerinde kaldı. Çocukluğundan başlayarak yaşadıklarını ve klinikte kaldığı bu dönemleri Çocukluğun Soğuk Geceleri kitabında yazdı.

1968 yılında yönetmen Erden Kıral‘la evlendi. Bu evlilikten 1973’te kızı Deniz doğdu. Bir burs alarak 1981’de Berlin‘e gitti. Bu arada Kıral’dan ayrıldı. Kanada’da yaşayan İsviçre asıllı sanatçı Hans Peter Marti ile tanıştı ve 1984’te Marti’yle evlenerek Zürih‘e yerleşti.Göğüs kanseri nedeniyle 18 Şubat 1986’da burada vefat etti. Mezarı Aşiyan Mezarlığı‘ndadır.

 

Fazıl Hüsnü Dağlarca

26 Ağustos 1914 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. Süvari yarbayı Hasan Hüsnü Bey’in oğludur. İlköğrenimini Konya, Kayseri, Adana ve Kozan’da, ortaöğrenimini Tarsus ve Adana ortaokulundan sonra girdiği Kuleli Askeri Lisesi’nde 1933 yılında tamamladı. Aile, Ataç, Çağrı, Devrim, İnkılapçı Gençlik, Kültür Haftası, Türkçe, Türk Dili,Fotolar2_001 Türk Yurdu, Varlık, Vatan, Yeditepe, Yücel, Yenilik, Yön, gibi dergi ve gazetelerde şiirlerini yayımladı. 1935’te piyade subayı göreviyle Doğu ve Orta Anadolu’nun, Trakya’nın pek çok yerini dolaştı. Ordudaki hizmeti on beş yılı doldurunca, ön yüzbaşı rütbesiyle askerlikten 1950’de ayrıldı. 1952-1960 yılları arasında Çalışma Bakanlığı’nda iş müfettişi olarak İstanbul’da çalıştı. Buradan ayrıldıktan sonra İstanbul Aksaray’da “Kitap” kitabevini açtı ve yayıncılığa başladı. Ocak 1960-Temmuz 1964 yılları arasında dört yıl Türkçe isimli aylık dergiyi çıkardı. İlk yazısı 1927’de Yeni Adana gazetesinde yayınlanan bir hikâyedir, İstanbul dergisinde 1933’te çıkan “Yavaşlayan Ömür” adlı şiiriyle adını duyurmaya başladı. Varlık, Kültür Haftası, Yücel, Aile, İnkılâpçı Gençlik, Yeditepe ve Türk Dili dergilerinde şiirleri çıktı. Bugüne kadar kendisine birçok ödül verilen şair 1967’de ABD’deki Milletlerarası Şiir Forumu tarafından “En iyi Türk Şairi” seçilmişti. Türk Dil Kurumu Yönetim Kurulu üyesiydi. Dil Devrimine ilişkin düşüncelerini Türk Dil Kurumu Koçaklaması’nda şöyle dile getirmiştir:

“Türk Dil Kurumunu kurarken Mustafa Kemal’in tek mutsuzluğu vardı
Türkçeyi sevdiğini daha Türkçe söyleyememek
Kimilerinin şimdi tek mutluluğu var
Türkçeyi sevdiklerini daha Osmanlıca söylemek….”

Toplumculuğunun temelinde insana ve insan hayatına saygı yatan Dağlarca, bu yüzden hiçbir edebî akım ve kişiden etkilenmeden kendi kozasını örer. Çok yazan ve üreten bir
şair kimliğiyle, bağımsız kalarak hiçbir şairden etkilenmemiş, hiçbir akımın etkisinde kalmayarak şiirlerini yazmıştır. Onun sanat anlayışını şu cümlesi özetler:

Sanat eseri hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı, hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir.

Türkçeye bakışını ise “Türkçem, benim ses bayrağım” diyerek Türkçe Katında Yaşamak adlı şiirinde sergilemiştir.

“Türk şiirinin büyük şairi” olarak tanımlanan Dağlarca, 94 yaşında zatürre teda
visi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, bu yılın ilk aylarında yaptığı bir röportajda ölümünden sonra Kadıköy’de yaşadığı evin müze haline getirilmesini vasiyet etmişti. Evini Kadıköy Belediyesi’ne bağışlayan Dağlarca, Mühürdar Caddesi’ndeki evinde kendisini ziyaret eden Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’e, evinin müzeye dönüştürülmesi için vasiyette bulunmuştu. 20 Ekim 2008’de Karacaahmet Mezarlığınadefnedilmiştir.

 

Sabahattin Ali

Sabahattin Ali, (25 Şubat 19072 Nisan 1948) Türk yazar, şair, öğretmen, ve gazeteci. İlköğrenimini İstanbul, Çanakkale, İzmir veEdremit‘in çeşitli okullarında tamSabahattin_Aliamladı. Ardından Balıkesir Öğretmen Okulu’nda 5 yıl öğrenim görüp 1926 yılında ise İstanbulÖğretmen Okulu’ndan mezun oldu. Almanya‘da iki yıl kaldı ve bu süreçte Almanca‘yı öğrendi. Türkiye‘ye geri döndüğünde çeşitli okullarda Almanca öğretmenliği yaptı. Edebi kişiliğini toplumcu gerçekçi ve realist bir düzleme oturttu. Babasının mesleği gereği çeşitli şehirlerde eğitim gören ve bir süre cezaevinde kalan Sabahattin Ali, yaşantısındaki bu farklılıkları eserlerine de yansıttı. Eserleri, Türk sinemasının çeşitli dönemlerinde yapıt konusu oldu. 41 yıllık yaşamında ağırlıklı olarak öykü türünde yazdı, bu türde toplam altmış dört eser veren Sabahattin Ali yazdığı romanlarıyla da ön plana çıktı. Romanlarında sevgi ve aşk konusu öne çıkarken, öykülerinde ise sevgi ve aşk ile beraber kırsal kesim sorunlarına değindi. Eserlerinde ideolojik bir görünüm ağır basmaz, bu doğrultuda genellikle üstü kapalı ifadeleri tercih eden Sabahattin Ali, sevgi ve aşk konuları üzerine verdiği yapıtlarında ise uzun tasvirlere yer vermiştir. 1937‘de çıkardığı Kuyukcaklı Yusuf adlı romanı Milli Eğitim Bakanlığı’nın ortaöğretim öğrencilerine tavsiye ettiği 100 Temel Eser listesindedir. Bu romanı Feyzi Tuna tarafından aynı adla sinemaya da uyarlanmıştır. Kürk Mantolu Madonnaadlı romanı ise ilk olarak Hakikat gazetesinde “Büyük Hikâye” başlığı altında olmak üzere kırk sekiz bölüm şeklinde yayınlandı. Yazarın başyapıtlarından olan bu roman, Maureen Freely ve Alexander Dawe tarafından İngilizce‘ye çevrildi. 1944‘te İstanbul‘a gelen Sabahattin Ali, burada Marko Paşa adlı mizahi dergiyi çıkarmıştır. Bu dergide yayımlanan bir yazısı nedeniyle 3 ay hapis cezası almıştır. Daha önce de bir yıl hapis cezası almış olan olan yazar, 1948 yılında Bulgaristan sınırına geçmek üzereyken uğradığı saldırı sonucunda hayatını kaybetmiştir. Kesin ölüm tarihi bilinmemekte olup, çeşitli kaynaklarda geçen 2 Nisan tarihi bedeninin bulunduğu günü ifade etmektedir

Nazım Hikmet

Nâzım Hikmet Ran (d. 15 Ocak 1902– ö. 3 Haziran 1963), ya da kısaca Nâzım Hikmet, Türk şair, oyun yazarı, romancı ve anı yazarı. “Romantik komünist” ve “romantNazim_hikmetik devrimci”olarak tanımlanır. Siyasi düşünceleri yüzünden defalarca tutuklanmış ve yetişkin yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiştir. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır.

Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim, Ahmet Oğuz, Mümtaz Osman ve Ercüment Er adlarını da kullanmıştır. İt Ürür Kervan Yürürkitabı Orhan Selim imzasıyla çıkmıştır. Türkiye’de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında
gösterilmektedir.

Şiirleri yasaklanan ve yaşamı boyunca yazdıkları yüzünden 11 ayrı davadan yargılanan Nazım Hikmet, İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın süre yattı.1951 yılında Türk vatandaşlığından çıkarıldı; ölümünden 46 yıl sonra, 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile bu işlem iptal edildi. Mezarı Moskova’da bulunmaktadır.

Cahit Sıtkı Tarancı

4 Ekim 1910’da Diyarbakır’da dünyaya geldi. Babası, Diyarbakır‘da ticaret ve ziraatle uğraşan köklü Pirinçcizadeler ailesinden Bekir Sıtkı Bey; annesi, babasının cahit-sitki-taranciamca kızı Arife Hanım’dır.Ailesi, ona “Hüseyin Cahit” adını verdi. Akrabaları “Pirinççioğlu” soyadını aldığı halde Soyadı Kanunu çıktığı yıl pirinç ekiminden çok zarara uğrayan babası Bekir Sıtkı Bey, bu duruma kızarak “çiftçi” anlamına gelen “Tarancı” soyadını almıştır.

Diyarbakır’da başladığı ilk eğitimin ardından aile geleneğinden ötürü orta öğrenim için Kadıköy Fransız Saint Joseph Lisesi‘ne gönderildi. Lise öğrenimi için 1931 yılındaGalatasaray Lisesi‘ne geçti. Fransızcayı çok iyi öğrenerek Baudelaire, Rimbaud, Mallarme‘yi özümsedi. Şiir yazmaya lise yıllarında başladı. İlk şiirleri Galatasaray Lisesi’nin “Akademi” isimli dergisinde ve Servet-i Fünun dergisinde yayımlandı. Ömürboyu yakın dost olacak Ziya Osman ile 1928-1929 yılında okulda tanıştı.

1931’de girdiği Mülkiye Mektebi‘nden ikinci senenin sonunda atılınca Yüksek Ticaret Okulu’na girdi ancak memuriyet sınavını kazanıp Sümerbank’ta çalışmaya başladıktan sonra bu okuldan da ayrılmak zorunda kaldı. “Ömrümde Sükût” adlı ilk şiir kitabı henüz Mülkiye Mektebi’nde iken yayımlandı.

Karabük’e atanması üzerine Sümerbank’ta başladığı memuriyetten ayrıldı; çalışma hayatını öykülerini yayımlamakta olduğu Cumhuriyet gazetesinde sürdürdü.

Cumhuriyet gazetesi sahipleri Nadir Nadi ile Doğan Nadi’nin desteği ile [Üniversite yüksek öğrenimini] tamamlamak üzere Paris’e gitti. 1938-1940 yılları arasında Sciences Politiques’e devam etti. Paris’teyken Paris Radyosu’nda Türkçe yayınlar spikerliği yaptı;bir yandan da gazeteye öyküler göndermeye devam etti. Paris’teki öğrenciliği sırasındaOktay Rıfat ile tanıştı.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman uçakları 1940 yılında Paris’i bombalamaya başlayınca öğrenimini tamamlayamadı;bisiklet ile kaçarak Lyon ve Cenevre yoluyla Türkiye’ye geri döndü.[4] Askerliğini 1941-1943 yıllarında Ege‘nin küçük kentlerinde yaptı.Ünlü “Haydi Abbas” şiiri, askerlik döneminin bir ürünüdür

O yıllarda ailesi artık İstanbul’a yerleşmişti; bir süre babasının Eminönü’deki ticarethanesinde çalıştı ancak içki sorunları yüzünden babası ile arası açılınca Ankara’ya gitti. Sırasıyla Anadolu Ajansı‘nda, Toprak Mahsulleri Ofisi‘nde ve Çalışma Bakanlığı’nda tercüman olarak çalıştı. “Otuz Beş Yaş” şiiri ile 1946’da CHP Şiir Ödülü’nde birincilik aldı ve yurtçapında tanınan bir şair oldu. Çalışma Bakanlığı’ndaki görevi sırasında tanıştığı Cavidan Tınaz ile 4 Temmuz 1951’de evlendi. Evlendikten sonra yazdığı şiirlerini “Düşten Güzel” adlı kitapta topladı.

1953 yılında geçirdiği bir krizden sonra felç oldu. Yatağa bağlı ve yarı bilinçli durumda olan şair; İstanbul ve Ankara’da çeşitli hastanelerde tedavi gördü; bir yıl kadar Diyarbakır’daki baba-evinde bakıldı. 1956 yılında tedavi ettirilmek üzere devlet tarafından
Avrupa’ya götürüldü; zatülcenp hastalığına yakalanarak 12 Ekim 1956’da Viyana‘da vefat etti. Cenazesi Ankara’da Cebeci Asri Mezarlığı’na defnedildi

Nilgün Marmara

 

1958 yılında İstanbul’da doğdu. Ortaokul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji ve Anadolu Lisesi’nde bitirip, yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı.

Sylvia Plath üzerine incelemeler yaptı. Onun hayata bakış tarzından ve düşüncelerindennilgün marmara oldukça etkilendi. Şiirlerinde çoğunlukla, 1. tekil kişinin düşle gerçek arasında gidip gelen, kırılgan izleklerini kullandı. Çeşitli dergilerde şiirleri yayımlandı.

13 Ekim 1987’de 29 yaşındayken intihar etti